5 Ocak 2009 Pazartesi

20 Aralık 2008

Yazacaklarım biriktikçe birikti, bu ay için toplu bir özet sunmak durumundayım:

* ‘Milano’ya gittiniz mi?’ diyorlar; gitmedik, gidemedik. Çünkü eve döndüğümüzde kötü bir sürprizle karşılaştık: Benim evcil hayvan muamelesi yapıp odadan mutfağa hep yanımda taşıdığım elektrik sobam çalışmıyordu ve ev anlatılamayacak kadar soğuktu. Diğdem de Milano’da havaalanında soğuk bir gece geçirmişti, kalın giysilerimizin olmayışı ve Milano’da kar yağdığı haberi bizi ürküttü açıkçası. Bizden kıymetli mi dedik, yaktık biletleri.

* Günlüğümü okuyan kadar okuyamayan da var, sebebi de Türkçe yazıyor oluşum. Günlük tutmaya başlamamın nedeni sadece yazmayı sevmem değil, altı aylığına geride bıraktıklarımı ne yapıp ne ettiğimden haberdar etmek biraz da.. Ailem, arkadaşlarımdan başka hiç beklemediğim telefonlar, iletiler de aldım; herkese çok teşekkür ederim, beni yalnız bırakmadınız. Ama telefonla ya da internetten sık sık görüştüklerime neyi ne kadar anlattığımı bilemez olmuştum ilk günlerde,en yakın arkadaşlarımdan birine ev tuttuğumu söylemeyi umutmuşum mesela, söyledim sanarak.. Kendi kendime tuttuğum notları yayınlamaya karar verdim ben de. Hem bir iz kalacaktı bugünlerden, hem kendimi anlatabilecektim sohbetini özlediğim sevdiklerime. Ayrıca bu bir erasmus günlüğüdür;tecrübemi benden sonrakilerle paylaşmak istiyorum.İlerleyen günlerde, Erasmus’a katılacaklara okul ve ülke seçiminde dikkat edilmesi gerekenler gibi bir derleme yapmayı düşünüyorum, iyi ki yapmışım dediklerimle hoşnutsuzluklarımı içeren.. Her neyse, günlüğümün amacı buyken geçenlerde bir ileti düştü facebooktaki posta kutuma. Çek bir arkadaş şöyle yazmış: ‘Günlük yazıyormuşsun, okumak istiyorum ama dilini anlayamıyorum,neden Çekçe yazmıyorsun sanki:)’ Mesajda görülen profilde kendisinin de günlüğü olduğunu fark ettim, tabi ki Çekçe.. Ama ben onunkini okuyabiliyorum, nasıl mı? Google Translate*1’e bir adresi kopyaladığınızda o sayfa ana dilinden seçtiğiniz dile çevriliyor. Aynı işlem tabi ki metinler için de geçerli; örneğin ben arkadaşıma, ‘Üzgünüm Google Translate Türkçe için kullanılamıyor, tüm günlüğü İngilizce ya da İtalyanca yazmam da zor, ama senin için yapabileceğimin en iyisi bu.’ yazıp Çekçe’ye çevirdim. Canımı sıkan nokta; otuz dört adet dil seçeneği arasında Endonezyalıların, Vietnamlıların konuştuğu diller varken Türkçe yok. Eğer o sayfaya ait yabancı dil seçeneği yoksa herhangi bir yabancı değil benim yazdıklarımı, Türk basınında yazılan tek bir sözcüğü bile okuyamıyor. Dolayısıyla dışarıda ne yazılıyorsa onunla anılıyoruz. Ben Sardinya’da gerçekleşen bir olayı neden başka kaynaklarda arayayım ki l’Unione Sarda’ya bakıyorum, İtalyancamın yetmediği kısımlarda Google’dan yararlanıyorum. Ama dilimizi bilmeyen biri bu yolla Türkçe web sitelerini anlayamıyor. Dikkatimi çeken bir diğer nokta da bizim haber kaynaklarımızın da (önde gelen haber portalları ve gazetelerin birkaç tanesini kontrol ettim, sadece Sabah gazetesinde İngilizce seçenek bulabildim.) yabancı dil seçeneği yok. Gizlilik içinde miyiz ki neden böyle? Gerçekten Türk kültürünü merak eden insanlar var, bana ülkemiz ve dinimiz konusunda sorular soruyorlar. Kendi anlatabildiklerimin dışında ‘Bak şuradan oku ,takip et’ diyebileceğim pek fazla güncel seçenek yok.. Bu konuda bir şeyler yapılması gerektiğini düşünüyorum.

* Çetin kış şartlarıyla boğuşuyoruz şu ara.Cennet adamız hep sıcak kalacak sanmıştık,yanılmışız..Soğuktan bu kadar şikayet etmemizin sebebi evimizde kalorifer yok,burada birçok evde yok..Tecrübelerime dayanarak söylüyorum elektrik sobası güvenilir değil on güne bozulabilir,evdeki katalitik soba için tüp aldık ve soba bulduk ısınalım diye kullanınca tüm gün, tam dört günde bitti. Hava biraz ısınınca soğuğa alıştığımızı fark ettik, ama ablamlar geldiğinde ne yapacağız kaygısına düştük. Çünkü ne kadar alışık olmadığımız koşullarda yaşıyor olsak da burayı sevdik biz, burada gerçekten mutluyuz fakat herkesten bunu bekleyemeyiz değil mi?


* Doğum günümden önceki gece Diğdem ve Serap’la kahve içmeye çıkmıştık, saat on ikide Piazza Yenne’ de sıcak çikolatayla girdim yeni yaşımın ilk dakikalarına.. Hava ılıktı,yürüdük biraz, Bastione’ nin önünden geçerken Diğdem Bastione’ye çıkmayı teklif etti.Açıkçası en çok istediğim şey orada olmaktı o anda, gecenin o saatinde o kadar çok basamağı çıkmayı göze alamayacaklarını düşünmüştüm ama sağ olsunlar, bu güzelliği yaptılar bana.. Erasmus gençliği bir partide eğleniyordu o saatlerde, biz tercih etmemiştik Cristiansız bir partiye gitmeyi.. On sekiz yirmi yaşlarında çocukların çaldığı gitar eşliğinde dans ettik gece yarısı Bastione’de yıldızların altı, şehrin tam tepesinde…

* Doğum günlerim bana hep bayram sabahı gibi gelmiştir, öylesine heyecanlı olurum ki hiç anlamam ‘Bugün doğum günüm müymüş? Unutmuşum..’ diyenleri.. Ablamın her yeni yaşımı dünyanın bir başka güzel kentinde kutlayabilmemi dileyen mesajıyla gülümserken mutfaktan tıkırtılar geldiğini duydum; Diğdem’ in bir şeyler hazırladığını düşünüp planını bozmadım. Mükellef kahvaltı sofrası, akşam yemeğinde de kültür buluşmasına sahne oldu. Diğdem Serap’tan aldığımız akıldan yola çıkarak söylemesi ayıp lavaş ekmeğinin çıtır halı diyebileceğimiz Sardinya ekmeği carasatuyu ıslatıp yumuşatmak suretiyle yufka haline getirerek börek yapmıştı, Sardinyalı (Sarda deyince anlaşılmıyormuş..) ev arkadaşlarımsa kendi mutfaklarının lazanyavari yemeklerini hazırlamışlardı.Sonrasında benden saklamak için türlü dolaplar çevirdikleri pasta çıktı ,ortaya..Çok duygulandım hem bu güzel sürprize hem de ilk kez altı kişi bir arada yemek yememize; yemek alışkanlılarımızın*2 çok farklı olması ve mutfağımızın yetersiz oluşu iki grubun ayrı zamanlarda yemek yemesine neden oluyordu ama bugün hep birlikte, doğum günü şarkısı söylüyorduk,keşke Aslı da yanımızda olsaydı ama ailesiyle birlikte bayram sabahına hazırlanıyordu o saatlerde Bursa’da.

* Beklenen misafirler geldiler sonunda: Ablam*3 ve Zeynep’i karşıladık. Şanssızlığımız şu ki onların geleceği gün, her günden daha soğuktu*4, zaten yol yorgunu oldukları için bir anda şartlar hiç de içi açıcı görünmedi.. Neyse ki; Cristian, Alessandra ve Esmée’ yle tanıştıktan sonra neden bu küçük adada kış vakti bile bu kadar mutlu olduğumuzu anladılar. Burada sahip olduğumuz şey, konforlu bir ev ya da herhangi bir lüks değil; ama günün olmadık bir saatinde sokakta gezebilmenin keyfi, sürekli bir neşe içinde, önyargısız ve genellikle komplekssiz insanlarla kurulan dostluklar. Burada olma sebebimiz bir mecburiyet değil; en az yükümlülük ve en fazla eğlenceyle, kültür alış verişi ki bu alışverişte hep alan tarafız.. Öte yandan kimi zaman öyle bir tatlı hayat ki bu haliyle insanları çirkinleştiren hırs varsa bile su yüzüne çıkmıyor. Kendi kendine kalmanın olumlu /olumsuz yönleriyle tanışmak, hayatı öğretiyor biraz ama aynı hayat yıpratıcı sorumluluklar taşımayı, çetin mücadeleleri ve bu esnada verilen sınavları da içeriyor.Haliyle bu ada, ablamın dediği gibi, bir masal ülkesi bizim için.. Bir hafta sonunda gerçek hayattan yanıma ışınlanan ablam bunları fısıldadı sanki bana, haydi biraz daha tadını çıkar dedi ve gitti. Özetle güzel birkaç gün geçirdik,özlem gidermeye çalıştık(detaya girmiyorum,yoksa bitmez bu yazı..) ve sanırım ablam ile Zeynep buradan memnun ayrıldılar, yakında ben de döneceğim gerçek hayata. Şimdilik gökten iki elma düştü; biri ablama,biri Zeynep’e.. Üçüncüsü de düştü düşecek..



*1: http://translate.google.com/?hl=en
Benzer özellikte anlık web sayfası çevirisi yapan ve Türkçe’yi tanıyan bir web sitesi biliyorsanız öğrenmek isterim.

*2:mercimekli sosis pratik bir öğle yemeği olabiliyor onlar için mesela,ya da ne eti olduğunu bilmediğimiz kötü kokusu yüzünden odamıza hapsolduğumuz spiral şeklinde bir sucukları var,evlerden ırak..
*3: Belirtmeden geçemeyeceğim,ablam dev bir bavulla geldi.Şahsen birkaç parça eşya ve Türk mutfağından mini örnekler bekliyordum,yani evet bir liste oluşturup ‘yardım paketi’ adıyla ablama yolladım, kabul ama o koca bavulun tamamından yemek çıkınca ağzımız açık kaldı..Bavuldan çıkanların birazını yazsam cidden kıtlıktayız sanır, postaneye koşarsınız ama neredeyse bir ay oldu gelenleri daha yarılayamadık bile, sanırım döner konusunu abartmışım haliyle annem de bundan etkilenmiş..Bir aydır evimiz kebap festivali havasında ,hatta bir ara Sardinya bayrağındaki gözü bağlı dört zencinin, gözlerini açmış döner keser halde resimlerini bile çiziktirdim,öyle bir keyfim geldi yani...Anneme,babama,ablama ve kayıp kardeşim Zeynep’e teşekkürü borç bilirim.
*4:Şu satırları yazdığım tarih itibariyle Cagliari’ de hava 16°C, en düşük de 8-9°C oldu bu zamana kadar sanırım ama evde ısıtma sistemi olmadığı gibi ısıyı tutacak (çift cam,parke,halı vs) en ufak bir çözüm düşünülmemiş...

1 yorum:

isil dedi ki...

Ne zamandır bakmıyordum Tom'un bloguna,adresi google translate'e kopyalayayım dedim baktım ki her şey Türkçe..Mahcup oldum ne yalan söyleyeyim..Peki o zaman çevirsin Çekçe'den Türkçe'ye dedim;baktım seçeneklerde Çekçe yok.Peki ne var?'Çekoslavakça..