27 Ocak 2009 Salı

Son Günler: İTİRAFNAME

9ocak 2009



Her zaman kafamda bir yapılacaklar listesi vardır, ama yakın ama uzak gelecekte tamamlanmaya dair. Burada tezimi tamamlamalıydım,sonraki hedeflerse açıktı:bol bol seyahat etmek (bu seyahatlere aldığım notlar ve çektiğim fotoğraflar eşlik edecekti ki bu okumuş olduklarınız ve flickr’a eklediklerim bu listenin eseridir),İtalyanca öğrenmek ve yeni bir şeyler denemekti..Hemen hepsini yaptım; ama layıkıyla ama değil..En azından denemiş,kabuklarımı kırmış olmanın ferahlığı içindeyim. Birçok şey yazdım bu zamana kadar ama çok daha fazla kendime sakladığım da var tabi.. Son günlerde şöyle bir ardıma bakıp bir itirafname hazırlayayım dedim, aklıma geldikçe süzüp buraya bırakacağım:

*Daha önce belirttiğim gibi Cagliari küçük bir şehir. Hele ki İstanbul gibi bir metropolden geliniyorsa.. Sadece bir günde gezip bitirebilirsiniz (hepi topu Piazza Yenne, Bastione ve Il Poetto’dan oluşuyor seçeneklerimiz ve hava serinledikçe önce eşsiz kumsal Poetto, sonraları Bastione elimizden gidiyor ) ama yine de her gün yeni biriyle tanıştığınızda sanki biraz büyüyor burası.. Öte yandan ‘Elimde Shengen’im var ya ne duruyorum?’ zihniyetiyle yaklaşırsanız (ki tabi ki öyle yaklaşmakta fayda var) bir ay sonunda ‘haydi artık bir yerlere gitmeliyim’ deyip duruyorsunuz. Aslı ile Diğdem geldiği sıralar bu durumdaydım, artık somurtma raddesine gelmiştim, adadan çıkamadım diye... Her neyse itiraf ediyorum eylül sonu-ekim başı çok sıkıcıydı benim için.


*Her şey rutine girmeye başlamıştı, evet yeni bir hayattı ama bu yeni hayata bulaşık yıkamak fazlasıyla dahil olmuştu. Abartmıyorum bulaşık yıkadığım sürelerde tezimi yazsaydım bu kadar yorulmaz ve zamanından çok daha önce toparlardım her şeyi..


*Bulaşık demişken, evimiz buradaki diğer öğrenci evleri gibi mobilyalı olmakla birlikte içinde tabak çanak her şeyi içeriyordu. Dolayısıyla biz (İtalyan ev arkadaşlarımız da ) de hep evdeki tabakları kullandık. Dönemin ilk gelen ve yerleşen Erasmuslarından olduğum için ilk hafta itibariyle çokça misafir ağırladım ve bundan mutluluk duydum. Fakat nedense bu yemekli ev toplantıları hep bizim evde oldu, geçen ay Gabor’un evine gittik ilk kez ve başımdan aşağı kaynar sular döküldü: Evinde kalorifer vardı ve kağıt tabak kullanıyordu. Kontrat yapma mecburiyeti yüzünden bulabildiğim tek evi tutmuştum kısıtlı süre içinde fakat o kontratta yazılı adresi okul dahil hiçbir yere bildirmemiz gerekmedi. Ah Erasmus ofisi ah.., Ama ben de bu ay otobüs bileti almayacağım çünkü kontrolörler sorduğunda Erasmus öğrencisiyim deyip cezayı ofise kestirebiliyormuşuz ve bunu daha iki gün önce öğrendim. Bilet almamak ve yakalanmak istiyorum, üşüdüğüm günlerin sembolik intikamı olarak.. Harcadığım suyla akıp giden zamanım ve hücrelerime karışan bulaşık deterjanı içinse yapabileceğim pek bir şey yok, kağıt tabakta yemeğin tadı mı olur muymuş avuntusundan başka..

*Şu anda kaç kilo olduğumu bilmiyorum, ama merak ediyorum. Gelmeden önce hali hazırda bir incelme gözleniyordu, ama geldiğimde de hızla kilo kaybettim. Bir dilim pizzayla geçirdiğim günler oldu, en önemli neden vakitsizlikti ve sonra da yemekler. Aslında çoğul ekinin kapsadığı fazla bir seçenek yok: Pasta(makarna) ve pizza.. Kırmızı eti malum sebeplerden dolayı reddederken hamur işlerinde strutto (domuz yağı) kullanılması seçeneğimizi daraltıyor. Elimden geldiğince sık (çok yemenin tek yolu bu benim için, zaten herkes için sağlıklı olan da bu ya..) yemeye çalıştım, üzerime hiçbir pantolonumun olmadığını fark edince. Gerçi hazır bu kadar incelmişken süper mini giymenin dayanılmaz hafifliğine de kapıldığımdan çok bunaltmadı beni yeni görüntüm. Yine de epeydir kilo almaya çalışıyorum; bu kapsamda geç saatlerde makarna, mantı (evet, yardım paketinden ) ya da en azından bir muz yiyip yatmak, aynı şeyleri yerken nasıl oluyorsa kilo almaktan mustarip ev arkadaşım Diğdem’in tabağındakileri de yemek (bkz.mutualist) gibi yöntemler geliştirdim. Bu kadar uğraş veriyorum ama yine dönene kadar 38 bedene sıçramayı ön görmüyorum. Bu nedenle pek yakında görüşeceğim dostlarım bana biraz zaman tanıyın ve sakın ha sakın ‘Ama ye biraz iğne ipliğe dönmüşsün, aç mı kaldın oralarda, makarna yiyip nasıl zayıfladın?’ benzeri cümleler duymayayım. Bu satırları okusun okumasın, zayıf*1 sözcüğüne nasıl tepkili olduğumu beni bilen bilir, öğrenci evi de olsa aynam var, sizin göreceğinizi gün be gün ben de gördüm. Hem o kiloları; güneşin altında il Poetto’nun turkuaz sularında, Bastione’nin merdivenlerinde, La Rambla’da gecenin bir vakti şarkı söyleyip dans ederken bıraktım ben çok da acınacak bir durumda da değilim sanırım. Giden iki kilo olsun,canım sağ olsun.. (tekrar ediyorum: bu konuda hassasım..)

*Yemek konusuna girmişken, hayatında yemek yapmamış ve buna kesinlikle özenmemiş biri olarak şunu itiraf ediyorum; mutfağa girmek çok zevkli bir şeymiş.. Herkes uyurken kahvaltı için krep hazırlamaktan keyif alacağım söylense gülerdim herhalde, bir de harem sarma*2 adında dünyanın en pratik ve doyurucu yemekleri listesini zorlayacak bir eserim var övünmek gibi olmasın. Minimum malzeme ve sürede, maksimum tokluk hissini buluşturan bir çalışmamdır kendisi… Bir de mutfakta ‘mertebe’ belirleyen konulardan biri pilavdır diye biliyorum, o konuda da kendimi kanıtlamış olmanın haklı gururunu yaşıyorum, fakat aslında burada mesele kendimi bir şey başarmış hissetmem değil; her zaman savunduğum düşüncelerimde haklılığımı ispatlamış olmam: Bu zamana kadar hiç yemek yapmamıştım, çünkü gerek görmedim. Bu konudaki tecrübesizliğimi vahim bir durum olarak hiç görmedim, ‘yumurta bile kırmadın mı?’ vb. nedense hayret içeren soruları hiç umursamadım. Mutfakta başlangıç düzeyindeki herkese tavsiyem; rahat olun, gerekirse yaparsınız, tam da düşündüğüm gibi hiç zor bir şey değil. Öte yandan isteyerek yaptığınızda, hele bir de paylaşıyorsanız bu yaptığınızı, çok da keyif alıyorsunuz, haliyle devamı da geliyor.

*İspanyol Pansiyonu’nu izledim, ikinci kez.. Aslı ile Diğdem’e de bahsetmiştim bu filmden. Bulup indirdiler bir yerlerden onlar da, birlikte izleyelim diye. Önce Diğdem ve ben, Aslı’nın Türkiye’den dönmesini bekledik, sonra biz Prag’dayken Aslı bekledi.Tam üçümüz bir aradaydık ki ben kendimi hazır hissetmedim..İlk ben gideceğim buradan,biletimi aldığımdan beri karışık duygular içindeydim. ‘Şimdi izleyemem’ dedim, ‘Olmaz, ne hissedeceğimi bilmiyorum’. Sanırım hiçbir film beni bu denli heyecanlandırmamıştır, çünkü hiçbir filmin bu kadar içinde olmadım. Gitmeyi kabullendim gibi hissediyorum son iki gündür, (bunda dün Mustafa Hoca’yla konuşmamın etkisi büyük tabi..) o nedenle sonunda kızlara gidip ‘izleyelim artık’ dedim ‘Ben hazırım.’ Kızlar çok etkilendiler, bense aynı filmi izlemiyordum sanki, çok başkaydı her şey artık.. Bir dili ilk kez duymakla artık konuşur olmak kadar farklıydı ve artık tamamen bize aitti,bana değil üstelik bize..


*Hani Prag notları?. derseniz, hali hazırda yollarda not aldığım defterimde, temize çekilmeyi bekliyorlar. Hazır olduğumda yazacağım, pek nazlı niyazlıyım bu ara kusura bakmayınız, ilk kez bu kadar sevdiğim bir yeri terk ediyorum..

*1: Evet,‘Zayıf’ sözcüğüyle küçüklüğümden beri alıp veremediğim var çünkü yıllarca halimden gayet memnun olduğum halde (kesinlikle kemiklerim sayılmıyordu,hem her istediğimi yiyebiliyordum da..) özellikle ergenlik döneminde kilo almak zorunda hissetmem için elinden geleni yaptı her daim salata mahkumları. Kilo alamamanın da bir sıkıntı olduğunu, ergenlik çağında bir kıza görüntüsüyle ilgili sürekli eleştiride bulunmanın hiç de hoş olmadığını bilmiyorlar mıydı gerçekten? Sözlük anlamı; ‘Eti, yağı az olan, sıska, cılız, arık’ olan bir sözcüğü iltifat olarak kabul etmek için kendimi karşı tarafın iyi niyetine inandırmam gerekti ya da ‘Ne yapalım densiz işte..’ deyip geçtim. Lisans yıllarında üç kilo aldım da, herkes rahatladı.. Her neyse yine 38 beden olup kendimi garantiye almak istiyorum.
Öte yandan Türkiye’de hala devam ediyor mu bilmiyorum (buralarda pek yok çünkü) sıfır beden modasını da aklım almıyor, herkesin kendine göre bir vücut şekli var, neden bozmaya çalışıyorlar bunu? Fazlalıktan kurtulmak için rejim yapmayı anlıyor ve takdir ediyorum ama gayet düzgün bir fiziğe sahipken cinsiyet unsuru bütün kıvrımlardan vazgeçmeye bir türlü anlam veremiyorum. Olağan dışı bu zayıflık sonucu kafalarının bedenlerine göre büyük kaldığını hiç mi fark etmiyorlar? Koca kafalı bir iskelet olmak için mi aç kalınıyor, nedir amaç? İnsan kendine bunu yapmamalı, dergilerdeki kadınlara özeniliyorsa lütfen erkek dergilerine bakılsın biraz da çünkü sıfırcılar nedense o dergilere alınmıyor; açlığın tek faydası diyet ürünleri endüstrisine, gayet açık değil mi bu?

*2:Cadde-i Kebir’e selam ederim, harem sarmayı menuden eksik etmeyin geliyorum:)

5 Ocak 2009 Pazartesi

20 Aralık 2008

Yazacaklarım biriktikçe birikti, bu ay için toplu bir özet sunmak durumundayım:

* ‘Milano’ya gittiniz mi?’ diyorlar; gitmedik, gidemedik. Çünkü eve döndüğümüzde kötü bir sürprizle karşılaştık: Benim evcil hayvan muamelesi yapıp odadan mutfağa hep yanımda taşıdığım elektrik sobam çalışmıyordu ve ev anlatılamayacak kadar soğuktu. Diğdem de Milano’da havaalanında soğuk bir gece geçirmişti, kalın giysilerimizin olmayışı ve Milano’da kar yağdığı haberi bizi ürküttü açıkçası. Bizden kıymetli mi dedik, yaktık biletleri.

* Günlüğümü okuyan kadar okuyamayan da var, sebebi de Türkçe yazıyor oluşum. Günlük tutmaya başlamamın nedeni sadece yazmayı sevmem değil, altı aylığına geride bıraktıklarımı ne yapıp ne ettiğimden haberdar etmek biraz da.. Ailem, arkadaşlarımdan başka hiç beklemediğim telefonlar, iletiler de aldım; herkese çok teşekkür ederim, beni yalnız bırakmadınız. Ama telefonla ya da internetten sık sık görüştüklerime neyi ne kadar anlattığımı bilemez olmuştum ilk günlerde,en yakın arkadaşlarımdan birine ev tuttuğumu söylemeyi umutmuşum mesela, söyledim sanarak.. Kendi kendime tuttuğum notları yayınlamaya karar verdim ben de. Hem bir iz kalacaktı bugünlerden, hem kendimi anlatabilecektim sohbetini özlediğim sevdiklerime. Ayrıca bu bir erasmus günlüğüdür;tecrübemi benden sonrakilerle paylaşmak istiyorum.İlerleyen günlerde, Erasmus’a katılacaklara okul ve ülke seçiminde dikkat edilmesi gerekenler gibi bir derleme yapmayı düşünüyorum, iyi ki yapmışım dediklerimle hoşnutsuzluklarımı içeren.. Her neyse, günlüğümün amacı buyken geçenlerde bir ileti düştü facebooktaki posta kutuma. Çek bir arkadaş şöyle yazmış: ‘Günlük yazıyormuşsun, okumak istiyorum ama dilini anlayamıyorum,neden Çekçe yazmıyorsun sanki:)’ Mesajda görülen profilde kendisinin de günlüğü olduğunu fark ettim, tabi ki Çekçe.. Ama ben onunkini okuyabiliyorum, nasıl mı? Google Translate*1’e bir adresi kopyaladığınızda o sayfa ana dilinden seçtiğiniz dile çevriliyor. Aynı işlem tabi ki metinler için de geçerli; örneğin ben arkadaşıma, ‘Üzgünüm Google Translate Türkçe için kullanılamıyor, tüm günlüğü İngilizce ya da İtalyanca yazmam da zor, ama senin için yapabileceğimin en iyisi bu.’ yazıp Çekçe’ye çevirdim. Canımı sıkan nokta; otuz dört adet dil seçeneği arasında Endonezyalıların, Vietnamlıların konuştuğu diller varken Türkçe yok. Eğer o sayfaya ait yabancı dil seçeneği yoksa herhangi bir yabancı değil benim yazdıklarımı, Türk basınında yazılan tek bir sözcüğü bile okuyamıyor. Dolayısıyla dışarıda ne yazılıyorsa onunla anılıyoruz. Ben Sardinya’da gerçekleşen bir olayı neden başka kaynaklarda arayayım ki l’Unione Sarda’ya bakıyorum, İtalyancamın yetmediği kısımlarda Google’dan yararlanıyorum. Ama dilimizi bilmeyen biri bu yolla Türkçe web sitelerini anlayamıyor. Dikkatimi çeken bir diğer nokta da bizim haber kaynaklarımızın da (önde gelen haber portalları ve gazetelerin birkaç tanesini kontrol ettim, sadece Sabah gazetesinde İngilizce seçenek bulabildim.) yabancı dil seçeneği yok. Gizlilik içinde miyiz ki neden böyle? Gerçekten Türk kültürünü merak eden insanlar var, bana ülkemiz ve dinimiz konusunda sorular soruyorlar. Kendi anlatabildiklerimin dışında ‘Bak şuradan oku ,takip et’ diyebileceğim pek fazla güncel seçenek yok.. Bu konuda bir şeyler yapılması gerektiğini düşünüyorum.

* Çetin kış şartlarıyla boğuşuyoruz şu ara.Cennet adamız hep sıcak kalacak sanmıştık,yanılmışız..Soğuktan bu kadar şikayet etmemizin sebebi evimizde kalorifer yok,burada birçok evde yok..Tecrübelerime dayanarak söylüyorum elektrik sobası güvenilir değil on güne bozulabilir,evdeki katalitik soba için tüp aldık ve soba bulduk ısınalım diye kullanınca tüm gün, tam dört günde bitti. Hava biraz ısınınca soğuğa alıştığımızı fark ettik, ama ablamlar geldiğinde ne yapacağız kaygısına düştük. Çünkü ne kadar alışık olmadığımız koşullarda yaşıyor olsak da burayı sevdik biz, burada gerçekten mutluyuz fakat herkesten bunu bekleyemeyiz değil mi?


* Doğum günümden önceki gece Diğdem ve Serap’la kahve içmeye çıkmıştık, saat on ikide Piazza Yenne’ de sıcak çikolatayla girdim yeni yaşımın ilk dakikalarına.. Hava ılıktı,yürüdük biraz, Bastione’ nin önünden geçerken Diğdem Bastione’ye çıkmayı teklif etti.Açıkçası en çok istediğim şey orada olmaktı o anda, gecenin o saatinde o kadar çok basamağı çıkmayı göze alamayacaklarını düşünmüştüm ama sağ olsunlar, bu güzelliği yaptılar bana.. Erasmus gençliği bir partide eğleniyordu o saatlerde, biz tercih etmemiştik Cristiansız bir partiye gitmeyi.. On sekiz yirmi yaşlarında çocukların çaldığı gitar eşliğinde dans ettik gece yarısı Bastione’de yıldızların altı, şehrin tam tepesinde…

* Doğum günlerim bana hep bayram sabahı gibi gelmiştir, öylesine heyecanlı olurum ki hiç anlamam ‘Bugün doğum günüm müymüş? Unutmuşum..’ diyenleri.. Ablamın her yeni yaşımı dünyanın bir başka güzel kentinde kutlayabilmemi dileyen mesajıyla gülümserken mutfaktan tıkırtılar geldiğini duydum; Diğdem’ in bir şeyler hazırladığını düşünüp planını bozmadım. Mükellef kahvaltı sofrası, akşam yemeğinde de kültür buluşmasına sahne oldu. Diğdem Serap’tan aldığımız akıldan yola çıkarak söylemesi ayıp lavaş ekmeğinin çıtır halı diyebileceğimiz Sardinya ekmeği carasatuyu ıslatıp yumuşatmak suretiyle yufka haline getirerek börek yapmıştı, Sardinyalı (Sarda deyince anlaşılmıyormuş..) ev arkadaşlarımsa kendi mutfaklarının lazanyavari yemeklerini hazırlamışlardı.Sonrasında benden saklamak için türlü dolaplar çevirdikleri pasta çıktı ,ortaya..Çok duygulandım hem bu güzel sürprize hem de ilk kez altı kişi bir arada yemek yememize; yemek alışkanlılarımızın*2 çok farklı olması ve mutfağımızın yetersiz oluşu iki grubun ayrı zamanlarda yemek yemesine neden oluyordu ama bugün hep birlikte, doğum günü şarkısı söylüyorduk,keşke Aslı da yanımızda olsaydı ama ailesiyle birlikte bayram sabahına hazırlanıyordu o saatlerde Bursa’da.

* Beklenen misafirler geldiler sonunda: Ablam*3 ve Zeynep’i karşıladık. Şanssızlığımız şu ki onların geleceği gün, her günden daha soğuktu*4, zaten yol yorgunu oldukları için bir anda şartlar hiç de içi açıcı görünmedi.. Neyse ki; Cristian, Alessandra ve Esmée’ yle tanıştıktan sonra neden bu küçük adada kış vakti bile bu kadar mutlu olduğumuzu anladılar. Burada sahip olduğumuz şey, konforlu bir ev ya da herhangi bir lüks değil; ama günün olmadık bir saatinde sokakta gezebilmenin keyfi, sürekli bir neşe içinde, önyargısız ve genellikle komplekssiz insanlarla kurulan dostluklar. Burada olma sebebimiz bir mecburiyet değil; en az yükümlülük ve en fazla eğlenceyle, kültür alış verişi ki bu alışverişte hep alan tarafız.. Öte yandan kimi zaman öyle bir tatlı hayat ki bu haliyle insanları çirkinleştiren hırs varsa bile su yüzüne çıkmıyor. Kendi kendine kalmanın olumlu /olumsuz yönleriyle tanışmak, hayatı öğretiyor biraz ama aynı hayat yıpratıcı sorumluluklar taşımayı, çetin mücadeleleri ve bu esnada verilen sınavları da içeriyor.Haliyle bu ada, ablamın dediği gibi, bir masal ülkesi bizim için.. Bir hafta sonunda gerçek hayattan yanıma ışınlanan ablam bunları fısıldadı sanki bana, haydi biraz daha tadını çıkar dedi ve gitti. Özetle güzel birkaç gün geçirdik,özlem gidermeye çalıştık(detaya girmiyorum,yoksa bitmez bu yazı..) ve sanırım ablam ile Zeynep buradan memnun ayrıldılar, yakında ben de döneceğim gerçek hayata. Şimdilik gökten iki elma düştü; biri ablama,biri Zeynep’e.. Üçüncüsü de düştü düşecek..



*1: http://translate.google.com/?hl=en
Benzer özellikte anlık web sayfası çevirisi yapan ve Türkçe’yi tanıyan bir web sitesi biliyorsanız öğrenmek isterim.

*2:mercimekli sosis pratik bir öğle yemeği olabiliyor onlar için mesela,ya da ne eti olduğunu bilmediğimiz kötü kokusu yüzünden odamıza hapsolduğumuz spiral şeklinde bir sucukları var,evlerden ırak..
*3: Belirtmeden geçemeyeceğim,ablam dev bir bavulla geldi.Şahsen birkaç parça eşya ve Türk mutfağından mini örnekler bekliyordum,yani evet bir liste oluşturup ‘yardım paketi’ adıyla ablama yolladım, kabul ama o koca bavulun tamamından yemek çıkınca ağzımız açık kaldı..Bavuldan çıkanların birazını yazsam cidden kıtlıktayız sanır, postaneye koşarsınız ama neredeyse bir ay oldu gelenleri daha yarılayamadık bile, sanırım döner konusunu abartmışım haliyle annem de bundan etkilenmiş..Bir aydır evimiz kebap festivali havasında ,hatta bir ara Sardinya bayrağındaki gözü bağlı dört zencinin, gözlerini açmış döner keser halde resimlerini bile çiziktirdim,öyle bir keyfim geldi yani...Anneme,babama,ablama ve kayıp kardeşim Zeynep’e teşekkürü borç bilirim.
*4:Şu satırları yazdığım tarih itibariyle Cagliari’ de hava 16°C, en düşük de 8-9°C oldu bu zamana kadar sanırım ama evde ısıtma sistemi olmadığı gibi ısıyı tutacak (çift cam,parke,halı vs) en ufak bir çözüm düşünülmemiş...